13 Aralık 2010 Pazartesi

muhtemelen

Fotograf : David Gibson
...Cecile Court London, 1991...

bir 20 kış daha görebilirsem... ben de muhtemelen böyle olacağım... bir kitabı eline almak, sayfalarına parmak ucu ile dokunmak, altını çizmek, sağına soluna notlar almak ve onu koklamak... bilen bilir o başka bir haz.

26 Kasım 2010 Cuma

Ben Mezopotamya




3-9 Aralık 2010 tarihleri arasında Ankara Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi`nde... Hem bu sefer yalnız da değiller...

D katında ;
- AFSAD İşitme Engelli Çocuklar Fotoğraf Sergisi
- AFSAD Az Gören Çocuklar Fotoğraf Sergisi
- Çağdaş Eğitim ve Uygulama Okulu Zihinsel Yetersiz Çocuklar Fotoğraf Sergisi
- ZİÇEV Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı Zihin Ergo Sum Fotoğraf Atölyesi Sergileri;

Diğer katlarda ise
- Çengel Kafe
- Çankaya İş Okulu
- İlgi Otistik Çocukları Koruma Derneği sergileri yer alacaktır.

Lütfedin, görün, yüreklendirin...
Gülümsetin...

http://zihin-ergo-sum.deviantart.com/gallery/26812012

14 Kasım 2010 Pazar

Kolsuz Tripp & Bacaksız Bowen

Photo : Wendt of Boonton, N. J


Kolsuz adam Charles B. Tripp ve bacaksız adam Eli Bowen. Her ikisi de Ringling Kardeşler ve Barnum & Bailey sirklerinde 1890 lı yıllarda birlikte yolculuk etmişler.

Charles B. Tripp the armless man and Eli Bowen the legless man. Both men traveled with the Ringling Brothers and Barnum and Bailey circuses. (1890)
...

Charles B. Tripp born (without arms) in 1855 in Woodstock, Canada and died in 1939. Charles learned to dress himself, shave and write using his feet. Early years of Tripps life he made his living as a skilled carpenter/cabinet maker-working with detailed wood inlay designs when making his cabinets. In 1872 he joined Barnum's Circus and was hired without delay! His career as an oddity performer lasted for over fifty years, and he traveled with Ringling Brothers, Barnum and Bailey as well as with a number of carnivals. In his acts, he performed such tasks as penmanship, portrait painting and paper cutting. At the turn of the century, Charles became interested in photography and was known as "The Armless Photographer". Charles Tripp was well represented as a respectable, responsible man during his years of being a celebrity/performer. Tripp at the age of 84 died in a retirement community in Salisbury, North Carolina.

...

Eli Bowen (known as the legless acrobat) was born in 1844 in Ohio-born with an abnormal condition, Phocomelia/seal limbs. Eli was one of ten children, all normal except for him. Eli had no legs but had two feet, of two different sizes growing from his hips. As a young child, he used his arms for walking and would hold wooden blocks in his hands that enabled him to swing his hips between his arms. The strength/power he gained by walking on his arms allowed him to be a skilled acrobat and tumbler, which enhanced his sideshow performances. Bowen began his career at the Major Brown Colosseum at the age of 13, commencing at mid-western circus wagon shows and moving on to dime museums. By the 1870s he had toured the nation. He then joined Barnum and Bailey and toured Europe at the turn of the century. At the age of 26, Eli married Mattie Haight, who was ten years younger, and the two had five children. Eli Bowen once considered the handsomest man in his line business retired from show business in Ogden, California

http://www.worthpoint.com/worthopedia/1890s-cabinet-card-photo-eli-bowen-charles

5 Kasım 2010 Cuma

dünya kendi ağzından

Oluşumum üzerine rivayetlerden biri de o büyük patlama... Önce cayır cayır yandığım, sonra soğuyup donduğum, sonra da tekrar ısınıp kendime geldiğim bir gezegenim ben...

Adım dünya. O zamanlar şeklim geoid idi şimdi küre` selleşti...


Zaten ne olduysa da bundan sonra oldu... Kabuğum çatladı ve akın akın cıktılar içimden, sürüler oluşturdular, yığınlar, dağıldılar dört bir yanıma... Ve üzerimde bir şekilde `yasam` dediğimiz şey oluştu... Bir süre sonra da oluştuğuna pişman oldu, çünkü var edilenlerden biri, yani `ins`, bilerek ya da bilmeyerek, benim yaradılışına vesile olduğumu unutup, kendisi için yaratıldığımı iddia etmeye başladı ve zamanla beni dinlemeyi tamamen bırakıp, kendi konuşup kendi dinleyen başına buyruk zararlı bir kımıl haline geldi... Nihayetinde mantık sınırlarını da asarak, sorumsuz ve umursamaz davranışlarıyla, dünya üzerindeki her şeye ve hatta mekanına ciddi zararlar verdi...


Üzerimde bir tür asalak gibi tutunup, yerine sığamadıkça, gözü doymadıkça, yok ettikçe beni oydu, desti, yırttı kanımı emdi, üstelik bu süreçte sadece yasam mekanını değil kendi cinsini de tüketmeyi ihmal etmedi... Çaldı, çırptı, hak yedi, savaştı... Kendi yarattığı tüm kavramlara, o kavramlardaki tüm `yasaklara` yine kendi ihanet etti... Cennet vaadi ile beni cehenneme cevirdi... Sallandım, silkelendim, yerle bir ettim olmadı, boğdum olmadı, yıktım, yaktım, yok ettim olmadı...


E ben de koskoca yaşlı bir gezegenim... Benim de bildiğim bir bir şeyler var elbet... Ne yaptığımın bilincindeyim yani. Var sayın ki, -sadece- yaradılışına sebep olduğum bu canavar(lar) karsısında –şimdilik- aciz düştüm... Ne olursa olsun, bir yolunu bulacak ve sebep olduğum gibi yok etmesini de becerebileceğim... Hafıza tazeleyin bir bakalım, anımsayın, gerek oluşumda gerekse sonrasındaki süreçte ne canlıları yok etmiştim zaman içinde bu asalakları mı üzerimden atamayacağım?... Tekrar yarılıp onları geldiği yere gönderip üzerlerine kapanmam yakındır...


Bunu yapabildiğimde zor da olsa kendimi yeniden toparlayacak, birkaç milyon yıl içinde yeniden yaralarımı saracak ve daha doğru düzgün bir var`lık ortaya çıkaracağım... Benim teknik bir hatamdı, özür dilerim... Beni seven sayan, etrafında yasayan başka canlılara da saygı duymasını bilen, kendinin de onlardan yalnızca biri olduğunu, onlardan daha üstün ya da değerli olmadığını anlayacak bir yeni var`lik.


Siz göremeyeceksiniz o başka...

...

Bir çöp bidonu kenarında bulduğum; atık, kompoze bir malzemeyi üzerinden çektiğim fotoğraflar ile –var sayın- hikayelendirdim...

Faika Berat PEHLİVAN


Artık o ebedi dönüşünden sıkıldığı günlerdeydi. Evrende minicik bir yere sahip olan Samanyolu adındaki sarmal galaksinin en ücra köşelerinden birinde bir sığıntı gibi yaşıyordu. Uzaydan bakıldığında atmosfer diye adlandırılan o ince giysinin altında oldukça renkli ve eğlenceli görünüyordu fakat içerisinde durum biraz daha farklıydı. Tıpkı kendi gibi üzerinde yaşayan organizmalar da genellikle mutsuzdu.


Küçük mavi gezegen memnuniyetsizliğini pek dile getirmezdi. Öyle ki milyonlarca yıldır sürdürdüğü sessizliğini nadiren bozmuştu. Aslında bu uyarılar milyonlarca yıldır obsesifçe aynı yöne dönmekte olan ve sistemdeki yerinden milim kıpırdamayan bir gezegen için hiç de acımasız değildi.


Üzerinde yaşayan ve kendini evrendeki en zeki varlık olarak addeden insan ırkı, bu uyarıları tabii ki görmezden gelmedi. Onun yerine bu uyarılara "Nuh tufanı" gibi isimler verip bunları din adını verdikleri inanç sisteminin önemli bir bileşeni haline getirmeyi tercih etti.


Tıpkı dünya gibi üzerinde yaşayan tüm organizmaların da en temel enerji kaynağı olan güneş, dünyaya ve haliyle insanlara göre büyük fakat sürekli genişleyen uzaya göre minik bir yıldızdı. Dünya bunun çok iyi farkında olduğunu onu merkez belleyerek ve milyonlarca yıldır etrafında dönmeyi sürdürerek ispatlamıştı. Fakat insan denilen o çok zeki varlık için bu pek de önemli değildi. Öyle ki çocuğuna güneş ismini veren insan sayısı hala çok azdı.


İşte bu küçük mavi gezegen, serüvenine nasıl başladığından ve nasıl nihayete ereceğinden bihaberdi. Bu onun canını sıkan en önemli şeydi çünkü epey uzun bir süredir sabit bir işlem gerçekleştirmekteydi ve organizmalar ona çok acımasız davranmaktaydı.


Yalnızlığının üzerine abandığı günlerde evrenin paralelliğini de göz önüne alarak başka bir yerde, başka bir zamanda kendine iyi davranan ve onu görmezden gelmeyen milyonlarca yıldız grubunun ortasında bir kara delik olduğunu düşünürdü. Çünkü ancak o zaman dokunulmaz olurdu, ancak o zaman kırılganlığını yitirirdi ve ancak o zaman saygı görürdü.


Sıkıntılardan bihaber olan insan, hubble denilen devasa bir teleskop ile kendi galaksisini tanımaya çalışırken dünya, sıkıntılarını nasıl dile getireceğini de düşünmekteydi.


Bunun için önce birkaç deneme de yaptı fakat insan ırkı büyük ihtimalle zihinsel boyutta hipermetroptu. Öyle ki iş bu denemeler sonucu açığa çıkan küresel sorunun ancak 50 yıl sonra adını koyabilmişlerdi.


Ama maalesef zeki insan, küçük mavi gezegenin artık tamamen bilinçli olarak direncini yok ettiğini ve eğer gözlerini açıp bir çözüm bulmazlarsa bu haklı harakiri girişiminin bir trajedi ile sonuçlanacağının farkına varmak yerine hubble'a birkaç mercek daha ekleyip görece uzağı gözlemlemeye devam etti.

Douglas Adams /42


2 Kasım 2010 Salı

çakmanınkiler malum!

Library of Congress dijital kütüphanesinde 34. Osmanlı Padişahı Abdulhamit II (1876-1909) arşivinde bulunan Abdullah Kardeşler`in 1880-1893 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu`nda eğitim veren kız okullarında çektikleri siyah beyaz negatiflerden seçme 19 kare (yani 19 okul, kimi sanat, kimi orta okul, kimi ise özel...)

Dersaadet Kız Sanayi Mektebi (Sanat Okulu)

Üsküdar Kız Sanayi Mektebi (Sanat Okulu)

Mekteb-i Edeb-i

Eyüp Rüşdiyesi

Fatih Rüşdiyesi

Fındıklı Mekteb-i Rüşdiyesi

Küçük Mustafa Paşa Rüşdiyesi

Molla Gürani Rüşdiyesi

Sultan Ahmed Rüşdiyesi

Darül-Feyz-i Hamidi-ye

Darüt-Tahsil-i (Özel Okul)

Hadikatül-Maarif (Özel okul)

Halile-yi Mahmudiye-yi (Özel Okul)

Mekteb-i Edeb-ye (Özel Okul)

Mekteb-i Hamidi-ye (Özel Okul)

Mekteb-i Osmani-ye (Özel Okul)

Nümune-yi Terakki (Özel Okul)

Ravza-yi Terakki (Özel Okul)

Rehber-i Marifet Mektebi (Özel Okul)


Bir asırdan fazla bir süre sonra peydahlanan çakma son osmanlınınkiler hepimizce malum... Paylaşmayacağım!

...
..
.

Abdullah Kardeşlerin diğer fotoğrafları için : http://www.loc.gov/pictures/related/?q=Abdullah+Fr%C3%A9res&fi=name&op=EQUAL&sg=true&st=gallery

Library of Congress dijital kütüphanesi için: (http://www.loc.gov/pictures)

26 Ekim 2010 Salı

ha haiti ha samsun

Fotograf : Engin Güneysu

Fotograf : Alice Smeets

Alice Smeets`in Temmuz 2007 yılında Port-au-Prince`de `Cité Soleil/Güneş Sitesi`nde, sivrisinek ve domuzlarla bir arada yaşayan, onca pisliğe rağmen temiz olmayı çok önemseyin insanları konu ettiği `Tahiti Cherie` adlı çalışmasının ( http://www.alicesmeets.com ) fotograflarına bakarken rastladım bu su birikintisini adımlayan küçük Haitili kız çocuğuna... Anında aklıma Engin Güneysu`nun 86 yıl önce yunan mübadelesi ile Samsun`a yerleştirilmiş romenleri konu eden `200 Evler` ( http://enginguneysu.com/200.asp ) çalışmasındaki su birikintisi üzerinden atlayan küçük kız çocuğunu getirdi... Biri Haiti` den diğeri Samsun` dan iki kız çocuğu fotografı...

Ortak paydaları sadece dünyanın iki ayrı ve uzak coğrafyasında bir fotograf karesine konu olmuş kız çocuğu olmak değil elbet, bir de koca bir sefalet var, içinde yüzdükleri... Altyapısız köhne yaşam mekanı kondularında, pislik içinde, sağlık koşullarından ve bir çok sosyal haktan uzak... Aynı çürük sistemin farklı coğrafyalarda yaşayan, aynı sefaleti adımlayan iki mağduru...

notun dibi : sefalet, vatansız!

8 Ekim 2010 Cuma

Gertrude Bell`in yatak odası (ya da tarihin arka odası!)



Gertrude Bell`in arşivini keşfettim bu sabah... http://www.gerty.ncl.ac.uk 1900 lü yılların öncesi ve sonrasının yazılı (günlük) ve görsel (fotograflar) belgeleri ve mektuplar (1600 adet) ile dolu Newcastle Üniversitesinin hazırladığı bir site...

Ortadoğu, Mezopotamya ve Anadolu tarih, inanç ve kültürünün o zaman diliminde bir arkeolog, tarihçi, politikacı ve seyyah Gertrude Bell (1868 - 1926) tarafından gerçekleştirilen bir çok ziyarette kayda alınışının, sonradan da -bir şekilde- o coğrafyayı az çok biliyorsanız elbirliği ile nasıl talan edilmiş olduğunun belgeleri de diyebiliriz...



Paylaştığım fotoğraf 1905 yılı mayıs ayında çekilmiş, Binbirkilise mevkiinde Bell`in kaldığı evin yatak odası (o güne dair babasına 13.05.1905 tarihinde yazdığı bir mektubu okumak için http://www.gerty.ncl.ac.uk/letter_details.php?letter_id=1534 tıklamanız yeterli... Sadece 15 yörük ailesinin yaşadığı bir mekan ve yolu ordan geçen yolcular için hazırlanmış bir misafir odası...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

tesadüf






Fotograf : Erdal Kınacı

Fotograf : Bartu Güven

Birbirinden bağımsız ve farklı zaman dilimlerinde çekilmiş iki fotoğraf... Biri usta fotografçı Erdal Kınacı`nın diğeri de Zihin Ergo Sum Fotograf Atölyesi fotografçısı Bartu Güven`in... İki fotograf arasındaki kompozisyon benzerliğindeki tesadüf beni farkına vardığımdan beri nedense çok etkiledi. Her ikisi de aynı ruh hali ve düşünce ile deklanşöre basmış olabilir mi? Bilmiyorum. Kınacı`ya sorsak mutlakaki kendisini sorunsuz ifade edebilecektir. Peki ya Bartu?


http://zihin-ergo-sum.deviantart.com/gallery/#Bartu-Guven
...
..
.
http://www.zihinergo.sum.org
28.06.2010
...
..
.

Sonra tesadüfen bir kare daha keşfettim... Fotoğrafçısı Şevket Şahintaş... Gümüşhane` de çekmiş, muhtemelen de Kırıntı köyünde...

Fotograf : Şevket Şahintaş

3 Temmuz 2010 Cumartesi

depuis 1977





Bir şehre bir kaç farklı şekil, konum ve durumda ve binlerce ruh hallerinde gittiğinizde aynı duyguları yaşamaz insan... Aynı mekan; talebeyken başka, ailenizle gittiğinizde başkadır, sevgilinizle bambaşka, iş arkadaşlarınızla başka, yalnız bambaşka kokar burnunuza... Aklınıza düştüğünde burnunuzdan yüreğinize indirdiğiniz bir karışlık anı sızısı da farklıdır...

1977 den beri gider gelir(dim), 2005 den beri gitmiyorum... Yani emeklilik sonrası tadını bilmiyorum... Talebeyken fotoğraf sevdam farklıydı, çalışırken de çok sınırlı, daha çok fabrikalar, alanlar, oteller, odaları ve yollar..... O zaman diliminde araya sıkıştırdıklarımdan tarayabildiklerim, anılarım hepsi Paris göğü altında... Yan Tiersen eşliğinde...

İddia ediyorum bu şehri akordeon sesinden daha iyi hiç bir müzik aleti anlatamaz... Keman ve piyano da sonradan aklınıza gelenlere eşlik eder ancak.



28 Haziran 2010 Pazartesi

kedi - fare 7

Öf ' dedi fare, 'dünya da günden güne daralıyor. İlkin bir geniştiki, korktum, koştum ileri, uzakta sağlı sollu duvarlar görür görmez dünyalar benim oldu. Ama bu uzun duvarlar da bir çabuk birbirlerine doğru ilerliyor ki, en son odadayım işte; orada, köşede de kapan duruyor, gide gide kısılacağım kapana.' Kedi: 'Sen de öyleyse yönünü değiştir' dedi ve fareyi yedi." F. Kafka...

Sanata sansür hem de Paris de...

Bu olay dünyanın her yerinde geçebilirdi... Ama insan hakları ülkesinin, özgür ülkenin başkenti Paris de asla... Hikaye ne kadar bildik ve tanıdık,

...
Çinli sanatçı Paris Güzel Sanatlar Okulun`ca sansürlendi...

Rahatsız edici 4 kelime : çalışmak, kazanmak, (daha) çok, (daha) az. Sergilenmesi Cuma günü için programlanan Çinli artist Siu Lan Ko`nun yerleştirmesi, Malaquais İskelesi`ndeki Paris Güzel Sanatlar Okulu`nun cephesinden yerleştirildikten bir kaç saat sonra söküldü. Sanatçı bunun bir `politik sansür`olduğunu belirtti.

`7 günlük bir hafta sonu` Londra Kraliyet Sanat Koleji öğrencileri ve Singapour Lasalle Sanat Koleji öğrencilerinin 13 - 21 Şubat tahrihleri arasında sunacakları -bile bile ütopik- temalı bir kollektif sergi...
Paris Güzel Sanatlar Okulu`nu çok iyi bilen ve orada 2 sene ikamet eden Sui Lan Ko, 1,2 metre en ve 7 metre yüksekliğinde, Seine iskelesinden itibaren görülebilen ve sadece 4 kelimeden ibaret olan iki taraflı bir bandıra hayal etmişti. Geldiğimiz yola göre 4 kelimeyi aşağıdaki şekillerde okuyabilecektik...


- çok kazanın az çalışın
- çok çalışın az kazanın
- az çalışın az kazanın
- çok çalışın çok kazanın
- çok kazandıkça çok çalışın (kazanç yoksa iş de yok)
- az kazandıkça çok çalışın
- az çalışım az kazanım
- çok çalışmak çok kazanmak (iş yoksa kazanç da yok)
- çok kazandıkça az çalışmak
- çok çalışmak az kazanmak

Sanatçı bir yandan evrensel bir ruhla çalışma ve propoganda sorununu ve varoluşu aday Sarkozynin sloganından esinlenerek sorgula(t)mayı hedeflediğini belirtti.

Bakanlıklara göre rahatsız edici bir eser mi?

Çarşamba günü 10.30 da, daha önceden öngörüldüğü gibi, bandıralar, Jacques Chirac`ın evine iki adım mesafede olan Okul cephesine asıldı. Ama öğleden sonra, sanatçıya haber bile vermeden, sadece gece, Londra Kraliyet Sanat Kolej sergi komiseri Clare Carolin tarafından gönderilen bir e posta ile resmi olarak bilgilendirildi. Sanatçı, daha da beteri, hazırlıklar neredeyse bir senedir devam ediyordu, katalog basılmıştı, bundan dün haberdar olmadılar dedi...

Aldığımız bilgiye göre, Okul İdaresi sanat eserini çok rahatsız edici bulmuş, Eğitim Bakanlığı ve Ulusal Güzel Sanatlar Yüksek Okulu üyesi bazı şahısları şok etmiş ve itiraz etmişler.

Okul Müdürü, hassas bir dönemden geçtiklerini, bakanlıklar ile bütçe yenileme anlaşması aşamasında olduklarını da sözlerine eklemiş...

Sergi komiseri Clare Carolin`e, bandıraların okul içerisine asılmasıı teklif edilmiş, ama komiser sanatçının izni olmadan böyle bir karar almaya yetkili olmadığını belirtmiş.Olay sırasında bir toplantıda olduğunu ve toplantıdan çıktığında bandıraların çoktan söküldüğünü görmüş.

Fransız Sarkozy`nin tutucu iklimi.

Düşünüyoruzki bir çinli için, Hong Kong da yetişmiş olsa bile, insanhakları ülkesinde uygulanan benzeri bir sansür inanılmaz bir şey olmalı... Siu Lan Ko :

Bu kadar katı bir sansürün Fransa da uygulandığını görmek çok ağır. Konuşmaya mahal bile vermeden, herşeyi benim ve sergi komiserinin arkasından yürütmüşler. Daha da acı olanı bu olayın, sanatçıların en serbest ifade için cesaretlendirildiğini düşündüğümüz en eski fransız güzel sanat okulunda geçmesi.

Bir diğer acı ve inanılmaz şey de ekonomik ve siyasi oyunların diğer tüm meşgalelere yansıması. Bu bana Fransa`nın içine düştüğü Sarkozy`nin tutucu havasını ve bunun ne kadar korkuttuğu gösteriyor.

Eserimin okul cephesine yeniden konulmasını, tarafıma okul tarafından bu sansür için resmi bir açıklama yapılmasını ve özür dilenmesini istiyorum. Hukuki yollara başvurmayı da düşündüm.


Kaynakça : http://www.rue89.com/confidentiels/2010/02/11/une-artiste-chinoise-censuree-par-les-beaux-arts-de-paris-137898
Fena halde serbest tercüme...

27 Haziran 2010 Pazar

James L. SUDOR


Ménilmontant, Paris, 1970

James L. SUDOR, nerdeyse 2 yıldır deviantART` da ama onu keşfedeli çok olmadı... Fotoğraflarında beni en çok etkileyen şey öğrencilik yıllarımın Fransa`sını hoyratca gözlerimin önüne sermesi ve eski zaman Fransa`sından fotoğraflar yayınlaması... İnsanları, kılık kıyafetleri, modası, mekanlar, binalar, dükkanlar, arabalar, cafe ve restoranları, yedikleri, içtikleri, yaşam tarzları, velhasılı kelam tam fransız halleri...

Paris Metrosu, 1970

Verdiğim bu linkte 1900 - 1960 yılları arasında çekilmiş kareler var, bazıları kendisinin bazıları da başkalarına ait (hem çeken hem de çekilen anlamında...)

Paris - 1985

ve diğer çalışmaları ... 1977 - 80 yıllarından sokak ve mekan fotoğrafları... herkese hitap etmeyebilir, izleyin, artık özlem sizi nereye çekerse...


http://sudor.deviantart.com/gallery/#1900-1960

girizgah




...


..


.

Her şey; onun bilmem kaçıncı milyon deneme sonrası ve bilmem kaçıncı taneden biri olarak bir bilinmeyene doğru yola çıkması ile başladı.

Bir çeperde soluklandı ve orda tutundu kaldı... Büyüdü, gelişti, süreci tamamladı, tutunduğu yeri terk etti... Ve öldü.

Şimdi farklı bir mekanda soluklanmak, tutunmak için cebelleşiyor...Yaşıyor!

Seneca diyorki, zaman doğanın insana verdiği en büyük hediye... Ama insan zamanın bir bedeli olduğunu, yarına daha az bağımlı kalıp gününü yaşamayı, hayatın ertelenmeyecek kadar kısa olduğunu idrak edemiyor... Carpediem bir felsefe, ciddi bir uyarı.