5 Kasım 2010 Cuma

dünya kendi ağzından

Oluşumum üzerine rivayetlerden biri de o büyük patlama... Önce cayır cayır yandığım, sonra soğuyup donduğum, sonra da tekrar ısınıp kendime geldiğim bir gezegenim ben...

Adım dünya. O zamanlar şeklim geoid idi şimdi küre` selleşti...


Zaten ne olduysa da bundan sonra oldu... Kabuğum çatladı ve akın akın cıktılar içimden, sürüler oluşturdular, yığınlar, dağıldılar dört bir yanıma... Ve üzerimde bir şekilde `yasam` dediğimiz şey oluştu... Bir süre sonra da oluştuğuna pişman oldu, çünkü var edilenlerden biri, yani `ins`, bilerek ya da bilmeyerek, benim yaradılışına vesile olduğumu unutup, kendisi için yaratıldığımı iddia etmeye başladı ve zamanla beni dinlemeyi tamamen bırakıp, kendi konuşup kendi dinleyen başına buyruk zararlı bir kımıl haline geldi... Nihayetinde mantık sınırlarını da asarak, sorumsuz ve umursamaz davranışlarıyla, dünya üzerindeki her şeye ve hatta mekanına ciddi zararlar verdi...


Üzerimde bir tür asalak gibi tutunup, yerine sığamadıkça, gözü doymadıkça, yok ettikçe beni oydu, desti, yırttı kanımı emdi, üstelik bu süreçte sadece yasam mekanını değil kendi cinsini de tüketmeyi ihmal etmedi... Çaldı, çırptı, hak yedi, savaştı... Kendi yarattığı tüm kavramlara, o kavramlardaki tüm `yasaklara` yine kendi ihanet etti... Cennet vaadi ile beni cehenneme cevirdi... Sallandım, silkelendim, yerle bir ettim olmadı, boğdum olmadı, yıktım, yaktım, yok ettim olmadı...


E ben de koskoca yaşlı bir gezegenim... Benim de bildiğim bir bir şeyler var elbet... Ne yaptığımın bilincindeyim yani. Var sayın ki, -sadece- yaradılışına sebep olduğum bu canavar(lar) karsısında –şimdilik- aciz düştüm... Ne olursa olsun, bir yolunu bulacak ve sebep olduğum gibi yok etmesini de becerebileceğim... Hafıza tazeleyin bir bakalım, anımsayın, gerek oluşumda gerekse sonrasındaki süreçte ne canlıları yok etmiştim zaman içinde bu asalakları mı üzerimden atamayacağım?... Tekrar yarılıp onları geldiği yere gönderip üzerlerine kapanmam yakındır...


Bunu yapabildiğimde zor da olsa kendimi yeniden toparlayacak, birkaç milyon yıl içinde yeniden yaralarımı saracak ve daha doğru düzgün bir var`lık ortaya çıkaracağım... Benim teknik bir hatamdı, özür dilerim... Beni seven sayan, etrafında yasayan başka canlılara da saygı duymasını bilen, kendinin de onlardan yalnızca biri olduğunu, onlardan daha üstün ya da değerli olmadığını anlayacak bir yeni var`lik.


Siz göremeyeceksiniz o başka...

...

Bir çöp bidonu kenarında bulduğum; atık, kompoze bir malzemeyi üzerinden çektiğim fotoğraflar ile –var sayın- hikayelendirdim...

Faika Berat PEHLİVAN


Artık o ebedi dönüşünden sıkıldığı günlerdeydi. Evrende minicik bir yere sahip olan Samanyolu adındaki sarmal galaksinin en ücra köşelerinden birinde bir sığıntı gibi yaşıyordu. Uzaydan bakıldığında atmosfer diye adlandırılan o ince giysinin altında oldukça renkli ve eğlenceli görünüyordu fakat içerisinde durum biraz daha farklıydı. Tıpkı kendi gibi üzerinde yaşayan organizmalar da genellikle mutsuzdu.


Küçük mavi gezegen memnuniyetsizliğini pek dile getirmezdi. Öyle ki milyonlarca yıldır sürdürdüğü sessizliğini nadiren bozmuştu. Aslında bu uyarılar milyonlarca yıldır obsesifçe aynı yöne dönmekte olan ve sistemdeki yerinden milim kıpırdamayan bir gezegen için hiç de acımasız değildi.


Üzerinde yaşayan ve kendini evrendeki en zeki varlık olarak addeden insan ırkı, bu uyarıları tabii ki görmezden gelmedi. Onun yerine bu uyarılara "Nuh tufanı" gibi isimler verip bunları din adını verdikleri inanç sisteminin önemli bir bileşeni haline getirmeyi tercih etti.


Tıpkı dünya gibi üzerinde yaşayan tüm organizmaların da en temel enerji kaynağı olan güneş, dünyaya ve haliyle insanlara göre büyük fakat sürekli genişleyen uzaya göre minik bir yıldızdı. Dünya bunun çok iyi farkında olduğunu onu merkez belleyerek ve milyonlarca yıldır etrafında dönmeyi sürdürerek ispatlamıştı. Fakat insan denilen o çok zeki varlık için bu pek de önemli değildi. Öyle ki çocuğuna güneş ismini veren insan sayısı hala çok azdı.


İşte bu küçük mavi gezegen, serüvenine nasıl başladığından ve nasıl nihayete ereceğinden bihaberdi. Bu onun canını sıkan en önemli şeydi çünkü epey uzun bir süredir sabit bir işlem gerçekleştirmekteydi ve organizmalar ona çok acımasız davranmaktaydı.


Yalnızlığının üzerine abandığı günlerde evrenin paralelliğini de göz önüne alarak başka bir yerde, başka bir zamanda kendine iyi davranan ve onu görmezden gelmeyen milyonlarca yıldız grubunun ortasında bir kara delik olduğunu düşünürdü. Çünkü ancak o zaman dokunulmaz olurdu, ancak o zaman kırılganlığını yitirirdi ve ancak o zaman saygı görürdü.


Sıkıntılardan bihaber olan insan, hubble denilen devasa bir teleskop ile kendi galaksisini tanımaya çalışırken dünya, sıkıntılarını nasıl dile getireceğini de düşünmekteydi.


Bunun için önce birkaç deneme de yaptı fakat insan ırkı büyük ihtimalle zihinsel boyutta hipermetroptu. Öyle ki iş bu denemeler sonucu açığa çıkan küresel sorunun ancak 50 yıl sonra adını koyabilmişlerdi.


Ama maalesef zeki insan, küçük mavi gezegenin artık tamamen bilinçli olarak direncini yok ettiğini ve eğer gözlerini açıp bir çözüm bulmazlarsa bu haklı harakiri girişiminin bir trajedi ile sonuçlanacağının farkına varmak yerine hubble'a birkaç mercek daha ekleyip görece uzağı gözlemlemeye devam etti.

Douglas Adams /42


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder